Bugün günlerden 9 Eylül 2014. Bundan tam 30 yıl önce değerli insan, sanatçı ve devrimci Yılmaz Güney'i kanser sonucu kaybettik.
Yılmaz Güney denildiği zaman akla ADAM GİBİ ADAM tabiri gelir. Türk sineması ona "Çirkin Kral" ünvanını yakıştırmışken, halk onu hep "mazlumdan yana", devrimci kişiliği ile benimsemiş ve sevmiştir.
Benim Yılmaz Güney sevdam "Duvar" filmini izledikten sonra başlamıştır. O filmi izledikten sonra filmin perde arkasını araştırıp, hangi şartlar altında, ne titizlikle, ne mücadele ve iradeyle çekildiğini izledikten sonra ona karşı inanılmaz saygı duydum (belgeseli mutlaka aşağıdaki link'ten izleyin). Çok ateşli bir sanatçı olmasından ziyade, bildiği doğruları için taviz vermeden dimdik ayakta duran, sonuna kadar mücadele eden sanatçı ve insani kimliği beni çok derinden etkilemiştir.
http://www.youtube.com/watch?v=26RQH7CbxBE
Hayatına bakarsak bir çok kısmını ya hapishanede, ya da sürgünde geçirmiştir, ama buna rağmen onu hiç kimse ve hiçbir şey yıldır(a)mamıştır. O, DAVASI uğruna son nefesine kadar savaştı. ADAM GİBİ ADAM tabirini fazlasıyla hak etti.
İnsan, Militan ve Sanatçı kitabından beni çok etkileyen şu sözlerini sizlerle paylaşmak istiyorum: "...Öğrencilik yıllarımda, isterdim ki, yeni kullanmaya başladığım defterlerimi temiz tutayım; düzgün, düzenli olsunlar. Karalamasız, çiziksiz...Hep bir çantam olsun istedim...kitaplarım, defterlerim, kalemlerim düzen içinde dursun; aslında çanta, derli-toplu olmanın simgesiydi benim için; olmadı. Bazı arkadaşlarım, boyalı, temiz ayakkabılar giyerlerdi. İmrenirdim onlara, ben de öyle olmak isterdim. Ama benim oturduğum mahallenin yolları çamurluydu, boyalı ayakkabı giysem bile, o yollardan geçtikten sonra çamurlanmamaları mümkün değildi. Hayatım da böyle...ne denli düzenli olmak istediysem, elimde olmayan nedenlerden ötürü başaramadım. Hayat yollarım çamurluydu, engelliydi, zordu..."
...ve yıllar sonra Yılmaz Güney, Fransa'ya iltica dilekçesinde son kısmını şu sözlerle bitiriyor:
"...Bir sanatçı için, ülkesinin demokratik geleceği için yüreği çarpan bir insan için, ülkesinden ayrılmak zorunda kalması acı vericidir. Ama, artık hiçbir şey yapamadan bitkisel bir hayat yaşamayı insanlık ve sanatçılık onuruma ters gördüm ve ülkeniz Fransa'ya siyasi sığınma isteğiyle geldim. Kabulümü rica ederim..."
Cannes'da ayakta alkışlanmış bir sanatçıyı Fransa baş tacı ederken, biz ona, cebinde taksi parası olmayacak kadar değer verip, Cannes Film Festivali'ne yolladık ve ardından "komünist ve vatan haini" suçlamalarıyla sınır dışı ettik. Evet doğru duydunuz; CANNES DA CEBİMDE TAKSİYE BİNECEK BİLE PARASI YOKTU!
Adettir bizde tabi değerli insanlarımıza "iş işten geçtikten sonra" değer katmayı ve ardından "pişmanlık rollerine" bürünüp, onların uğruna sokaklara, Hava Limanlarına, Meydanlara onların isimlerini vermeyi...Tarih her daim olaylara notunu vermiştir, verecektir!
Eeee...hikayenin sonunu biliyorsunuz zaten. Fazla söze ve bildiklerinizi tekrarlamaya gerek yok.
İnsan bıraktığı mirasla ölçülür. Yılmaz Güney'in bıraktığı miras paha biçilemez. Tabi ki anlayana...
Nurlar içinde yat güzel insan...
Arzu Şen
Kommentar schreiben